Sunday, August 01, 2010



Oyunun Adı Farkındalık...

Çok değerli arkadaşım Şevki Can'dan hoş bir yazı:

Yaşam hepimizi değişik zamanlarda, bizi belli olayların içine çeker.. Çeker de biz bir şey anlamayız.

Anlayacağımız da kendini 'bil'den başka bir şey değildir de.. Soruyu bile bilmeyiz..

Sonra neden hep benim başıma bunlar geliyor diye düşünmeye başlayınca, içimizdeki bir kapı açılır da başka bir pencereden bakarız aynı olaylara ve bambaşka birşey fark ederiz.. Fark ettiğimizde artık o yaşananlar unutulmuş ve bizi olgunlaştıran anılar olarak kalır.. ve biz artık geleceğe o deneyim ile bakarız..

Buna inanç sistemimiz, ön yargılarımız ve deneyim deriz.. Yaşamda her şeye zihnimizin koşullaması ile, işte eldeki bilgilerle bakarız, bakarız da, her şeyi bildiğimizi sanıveririz. Ben her şeyi bilecek kadar genç değilim dediğimizde, aslında yaradılış bizden yavaş yavaş hafızamızdaki anıları ve bilgileri de silmeye başlamıştır bile..

Yani aslında biz bu zihin tutsaklığından bilinçle ne kadar erken kurtulursak o kadar özgürleşir ve kalp, akıl dengemizi o kadar erken dengeye getirebiliriz. Yoksa sistem bize her şeyi unutturuyor gene..::))

Koşulsuz sevgi düşüncesinin, dünyada bedenlenmesi de bizlerle, yaşama bakış açımız ve olaylara yaklaşımımızı ile olacaktır. Söylemesi kolay uygulaması zor gelen bu konuda, farkındalık sevgi teknesinde hoşgörü ile yıkanmaktan geçer.. Dilerim yaşantınız kahve tadında olsun.. Çevrenize verme düşünceniz artsın eksilmesin. Ve unutmayın başımıza her ne gelirse, olması gereken zamanda ve bir sebepledir.. Bütünün en yüksek hayrına..

Bütün renkler bizimdir.. Her renk içinde diğer renkleri de barındırır.
Bütün notalar bizimdir.. Her oktav içinde tüm notaları ve her müzik parçası seni bana hatırlatır..
Bütün yazılar bizimdir.. Her kelimeye bürünüp de dökülen benim deneyimimdir..
Empati deriz.. Kendini onun yerine koymak deriz.. Onda olmak deriz..
Genişlemeyi kastederiz..
Buna boyutlar demişler.. isminin ne önemi var..

Her şeyi olduğu gibi kabul etmek ve her yaşayana hak ettiği kadarını vermek...??

Sen ne kadar bilirsen bil, karsındaki kadar anlatabilirsin diyenleri anımsamak..

Bilmek, OLmak, ERiMEK,
Oyuncu, Seyirci ve Oyun yazarı OLmak..

Paylaşmak..
cikcik öten kuşlar gibi..
su ve güneş gibi eşit..
gece gibi kusurları örterek..
ateş gibi yakarak dertleri..
hava gibi her yeri doldurarak..
.. yarın ölecekmiş gibi..
.. bugün yeniden doğmuş gibi..

-----------
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden; her gün hayatinin ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardi. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Yine kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.

Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve atesin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu.. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye basladı. Kızı da hiçbir şey anlamadı, bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altındaki atesi kapattı.

Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.

Kızına dönerek sordu: - Ne görüyorsun? - Patates, yumurta ve kahve? diye alaylı bir cevap verdi kızı.
- Daha yakından bak bir de dedi baba, patatese dokun. Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış
olduğunu söyledi.
Ayni şekilde, yumurtayı da incelemesini söyledi babası. Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.
Sonunda kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
- Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de ayni sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı tepkiler vermişti. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı ve dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı.
Ancak, kahve çekirdekleri için durum bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.

- Sen hangisisin? diye sordu kızına.

Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin?
Yumurta gibi kalbini mi katılaştıracaksın ?
Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksinOyunun adı farkındalık..
Değişmesi gereken senin yaşama bakış açın..

Sevgiyle kalın..

Keçi Boynuzundan "kırat"a...


Kırat veya karat denilen mücevher ölçüsünün, keçiboynuzu tohumundan veya çekirdeğinden geldiğini biliyor muydunuz?

Keçiboynuzunun Yunanca adı keration, İngilizce'de carob, Arapça'da ise kırrat.

Keçiboynuzu tohumu yüzyıllar boyunca elmas ölçmek için kullanılmış. Elmaslar keçiboynuzu tohumu ile tartılarak satılmış. Bu yüzden keçiboynuzu, kırat ya da karat denilen ölçüye adını vermiş.

Prof.Dr. Aydın Akkaya'nın bu konudaki açıklaması şöyle;

''Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişmeyen bir tohumdur. Bütün tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir. Bu, hem çok kuruduğu ve meyvesinden çıktıktan sonra da son ve sabit ağırlığını aldığı için, hem de içine su alma olasılığının çok az ve çok uzun zamana bağlı olduğu içindir.

Bu nedenle Araplar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır. Dört tanesi bir dirhem eder. Dirhem yaklaşık 3 gr. ağırlığı temsil etmektedir. Satıcı iki dirhemlik bir şey satarken (8 çekirdek) lütfedip 1 çekirdek fazla tartarsa bu malı alanın itibarını gösterir.

Olağandan fazla giyinen, süslenen kişilere de ''iki dirhem bir çekirdek'' denmesi bundan kaynaklanmaktadır.''
 
Gördüğünüz gibi keçiboynuzu çekirdeği özelliklerinden dolayı bütün kültürlerde elmasın değişmez ölçüsü olarak kullanılmış, bu ölçüye adını vermiş ve deyimlere yerleşmiştir.

"İki dirhem bir çekirdek" olmanın itibarı malum da gerçek değeri tartışılır...